![]() |
![]() |
![]() ![]() |
|
. | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ADLİ
TATİL KALDIRILMALI! |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
. | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Trafiği yoğun bir anayolda lastiği patlayan bir aracın yolun en sağ şeridini kapaması bile trafiğin sıkışmasına yol açmaktadır. Hele bu yol birkaç dakikalığına tamamen kapatılsa, trafik felç olacak, yığılan trafiğin açılması birkaç dakika değil, çok uzun bir süre alacaktır. Trafik örneğinde olduğu gibi adli tatilde de durum aynen böyledir. | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
. | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
ADLİ TATİL KALDIRILMALI! Hiçbir şeyin
mükemmeli yoktur. Mükemmele yakın olanı vardır. Mükemmele daha da yakın olmak için
yapıcı görüş ve eleştirilere açık olmalıyız. İyi niyet ile kaleme almış
olduğum yazıma bu görüş ile başlamak istiyorum. Kimse öküzün altında buzağı
aramasın! Adli tatil, ülkemizde ilk olarak 1927 yılında uygulamaya geçmiştir. (Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu. Kanun Numarası : 1086 Kabul Tarihi : 18/6/1927
Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 2, 3, 4/7/1927 Sayı : 622, 623, 624 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 3 Cilt : 8 Sayfa :
760.) Madde
Gerekçesi olarak, 1086
sayılı Kanun’un kabul edildiği tarih olan 18/6/1927 itibarıyla, ülkemizde
insanların çoğunun tarımla uğraşması dolayısıyla yaz aylarında çiftçilikle
ilgili çalışmaların çok yoğunlaştığı ve şehirlere ulaşmanın zorluğu dikkate
alınarak, insanların bu verimli dönemde mahkemelerde kaybedeceği zamanın ciddi
anlamda zararlar doğuracağı düşüncesiyle, Kanuna adli tatille ilgili hüküm
konulmuştur. Günümüzde ise bu gerekçenin büyük ölçüde geçerliliğini
kaybettiği ve adli tatilin, davaların uzamasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle,
kaldırılması yönünde tartışmalar yapılmaya başlanmıştır. Nitekim 1086 sayılı
Kanunda 5219 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, süre, kırk beş günden otuz
altı güne indirilmiştir. Sonuç olarak Adli tatil, süresinde biraz kısalma yapılarak
günümüzde hala devam etmektedir. Konuyla ilgili olarak Doç Dr Mustafa
Taşkının “Adli Tatilin Yargısal Verimliliğe Etkisi.” Başlıklı makaleyi mutlaka
okumanızı ve incelemenizi tavsiye ediyorum. Adli tatil sadece hâkimlerin izin kullandığı bir dönem olmayıp, iş görme yasağı ve sürelerin uzaması sebebiyle ayrı bir usul hukuku müessesesidir. Adli tatilde nöbetçi kalan hâkim, hiçbir engel olmasa dahi, adli tatilde iş görme yasağa sebebiyle dosyalarını karara bağlayamamakta, duruşma yapamamakta, keşif yapamamakta, tanık dinleyememekte ve sorgu yapamamaktadır. Kısaca sınırlı sayıdaki acil işler dışında çalışamamaktadır. Hâlbuki her yıl adli tatil döneminde yargı mensuplarının en az yarısı, bazen 2/3 ü görevinin başındadır, ancak iş görme yasağı sebebiyle çalışamamakta ve üretememektedir. Bu ise çok büyük bir iş kaybı anlamına gelmektedir. (Bkz: Doç Dr Mustafa Taşkın- Adli Tatilin Yargısal Verimliliğe Etkisi.) Avrupa ülkelerinde adli
tatil olup olmadığı ve süreleri tablosu.
Kaynak: www.uyusmazlik.gov.tr/yayinlar/pdfmakdergi5/mustafataskin.pdf Finlandiya’da,
Danimarka’da, Hollanda’da, İsveç’te, İngiltere’de Adli Tatil Yok! Almanya ve
Fransa Kaldırıldı. Belçikada Adli Tatilin kaldırılması tartışılmaktadır. Buna karşın, Akdenize kıyısı olan bütün Avrupa ülkelerinin kanunlarında adli tatilin yer aldığı, ülkemizin de aynı iklim ve kültür kuşağında bulunması sebebiyle bu ülkelerle büyük benzerlikler göstermesi nedeniyle adli tatilin olmasını savunanlar bulunmaktadır. Yunanistan, İtalya, İspanya gibi birçok Akdeniz ülkesinde insanlar keyiflerine daha düşkün olup, genellikle yarım gün çalışmaktadırlar. Global Ekonomik Krizden ekonomileri en fazla etkilenen ve zor günler geçirmekte olan bu ülkelerin örnek olarak gösterilmesi son derece yanlıştır. Başkaları uçurumdan kendileri atıyor diye bizde mi kendimizi uçurumdan aşağıya atalım! Yada bizde mi yarım gün çalışalım! Olumsuz, başarısız olan örnek gösterilmemelidir. Günümüz için adli tatili savunanlarının diğer gerekçelerine bakacak olursak, ilkokula giden çocuklar bile bu konuda onların gösterdiği mazeretlerden daha iyi mazeret üretir niteliktedir. Bunlara örnek verecek olursak,
Kaynak: http://www.mevzuatbankasi.com/portal/konuk_yazarlar/mevzuat.asp?kategori=59&id=222
Adli tatilin
çıkarılış amacında bulunan kırsal kesimi inceleyecek olursak, 1927 yılında
nüfusun yüzde 75,8'i kırsal, yüzde 24,2'si kentsel alanlarda yaşarken, bu oranlar 83
yıl içinde tam tersine dönmüştür. Günümüzde ise, nüfusunun yüzde 91,75
kısmı il ve ilçe merkezlerinde, yüzde 8,25 kısmı ise köy ve beldelerde
yaşamaktadır. (Kaynak: http://www.ensonmemurhaber.com/m/?id=1844) Günümüzde, nüfusun büyük bir çoğunluğu köylerde değil
artık şehirlerde yaşamaktadır. Trafiği yoğun bir anayolda
lastiği patlayan bir aracın yolun en sağ şeridini kapaması bile trafiğin
sıkışmasına yol açmaktadır. Hele bu yol birkaç dakikalığına tamamen kapatılsa
trafik felç olacak, yığılan trafiğin açılması birkaç dakika değil, çok uzun bir
süre alacaktır. Trafik örneğinde olduğu gibi adli tatilde de durum aynen böyledir.
Adli tatile sadece tatil süresi olarak bakılmamalıdır. Adli tatilin 1 gün bile yapılması, tıpkı trafik
örneğinde olduğu gibi büyük yığılmalara neden olacaktır. Biran için adaletin ve yargılamanın hızlı
çalıştığını düşünelim. Bugün dava açılsın yarın karara bağlansın!
Davanın açıldığı günün ertesi günü adli tatile denk gelirse, bir günde
sonuçlanan davalar adli tatilin sonunda görülecek ve otomatik olarak yığılmalar
başlayacaktır. Her yıl ise bu yığılmalar bir çığ gibi büyüyecektir. Devletin kesintisiz ve sürekli yürütmesi gereken
önemli hizmetleri vardır. Bunlar, sağlık, güvenlik ve yargıdır. Sağlık alanında,
askeri savunma ve güvenlik alanında, adalette hizmetlerin aksamamadan ve duraksamadan
devam etmesi gereklidir. Adli Tatil için aynı mantıkla bakılacak olunursa,
hastanelerde acil servisler nöbetçi kalmak şartıyla Tıbbi tatilde olmalı, Nöbetçi
askeri birlikler bırakılarak Askeri tatilde olmalı! (Sağlıkta ve askeri alanda
tıpkı adli tatil gibi bir uygulama olsa kargaşa ve yığılmaları bir düşünün.) Yargı, sağlık ve savunma hizmetlerini devlet kesintisiz
yürütmelidir. Yargı, sağlık ve savunma hizmetleri biran bile duraksatılamaz,
duraksatılmamalıdır. Eski şartlar ile günümüzdeki şartlar çok değişmiştir.
Günümüzde, nüfusun büyük bir çoğunluğu köylerde değil artık şehirlerde
yaşamaktadır. Adliye binaları ise, ilçe bazında bile bulunmaktadır. Adli tatilin çıkarılması için 1927 Yılında
ileri sürülen şartlar bugün artık tamamiyle ortadan kalkmıştır. Yargıda büyük
yığılmaların yaşandığı ve adaletin geciktiği günümüzde Adli tatilin biran önce kalkması gerekmektedir. Bunun yerine,
diğer kamu ve özel kuruluşlardaki kişilere verilen dağınık izin sistemi
uygulanmalıdır. Hukukta yaşanan bazı aksaklıklara
değinecek olursak, Adaletin yerini bulması, hukukun üstün olması
için, haksızlığa uğrayanın ve mağdur olanın mağduriyetinin giderilmesi esas
alınmalıdır. Haksızlığa uğrayanın ve mağdur olanın üstün olması gereklidir.
Bakıyorsunuz, normal hayatta haklı olan bir kişi, filanca kanunun, filanca maddesi
gereği, yada Yargıtay kararı örneği gösterilerek, yada zaman aşımından dolayı
hukuk önünde haklılığını ispat edememekte, mağduriyetini giderememektedir.
“Adalet mülkün temelidir.” deniliyor ama, kötü niyetli kişiye karşı mülkü
korumada bazı aksaklıklar yaşanmaktadır. Haksız, kötü niyetli kişiler ise,
kanunlardaki açıklardan yararlanarak aklanabilmektedirler. Bu durum ise kamu vicdanını
büyük ölçüde zedelemektedir. Gerçekte, normal hayatta haklı olupta Hukuk
karşısında haklı olduğunu ispat edemeyenler ne olacak? Kamuoyu vicdanına gelince.
İleride böyle bir şey başıma gelse, mağdur olsam, haksızlığa uğrasam adalet ve
hukuk sayesinde hakkımı alırım, mağduriyetimi gideririm, diye vatandaşlar
düşünür. Adalete güven, toplumsal
barış, güven ve huzur sağlanmış olur. Mahkeme kararlarının başına devamlı olarak yazılan “Yüce
Türk Milleti Adına.” yazısının altında yatan, milletin egemenliğidir! Kamuoyunun
vicdanıdır! Mağdurun ve haksızlığa uğrayanın üstünlüğüdür! Hukukun üstünlüğü
çizgisi, milletin egemenliği, kamuoyunun vicdanı, mağdurun ve haksızlığa
uğrayanın üstünlüğü çizgisinden kesinlikle ayrılmamalıdır. Aksi taktirde,
bunlardan yoksun, içi boş bir hukukun üstünlüğü, sadece hukukun üstünlüğü
olarak kalır. Hukuk, kendi kendine bir egemenlik ve hegemonya kurmuş olur. “Haklısınız, ama kanunlar böyle. Yapacak başka bir şey yok.”
sözünü çoğu avukattan yada başka biryerden duymuşsunuzdur. Hukuk ve kanunlar sadece
kanun maddeleri olarak algılanmamalıdır. Hakimler karar verirken, kanunların ve
adaletin, milletin egemenliğini, kamuoyunun vicdanını, mağdurun ve haksızın
üstünlüğünü korumak amacıyla karar verildiği gerçeğini göz ardı etmemelidir! Adaletin sağlanmasında enufak bir aksaklık olmamalı, kanunlar ve
hukuk haklı ve mağduru korumalı ve kollamalıdır. Suçu işleyenin yada mağdur edenin
yaptığı yanında kar kalmamalıdır! Yargıda,
haksızlığa uğrayanın ve mağdurun üstünlüğü ön planda tutulmalıdır.
Yargılama sonunda, haklı olan ve mağdur olan kazanamıyorsa, ne yapalım kanunlar
böyle deniliyorsa, burada sorgulanması gereken ciddi eksiklikler vardır. Kısaca,
haklı ve mağdur olanın davayı kazanması mutlaka sağlanmalıdır. Kanunlarda bununla
ilgili eksikler, derhal düzeltilmelidir. Kanunlar ve hukuk, haklıyla haksızı ayırmak için
vardır. Haklıyla haksızı ayıramıyorsa üzerinde durulmalı, amaca yönelmek için
çözümler aranmalıdır. Yargıda çözülmesi gereken çok sorun vardır. Yapacak çok
şey vardır. Yapacak çok ödev vardır. Bazı öneriler, Avukatlar olaylarda haklı yada haksız olana
bakmazsızın tamamiyle müvekkilini korumak, suçlu ise, ceza almasını önlemek yada
daha az ceza almasını sağlamak için çalışırlar. Suçlu birini neden koruyorsun?
Neden onun avukatlığını yapıyorsun denildiğinde “Ben mesleğimi yapıyorum.
Görevimi yapıyorum.” Diyerek kendilerini savunmaktadırlar. Burada da Baro ve
avukatlık mesleğinde kullanılan eşit terazi (Adalet dağıtma) amblemi anlamını
yitirmektedir. Meslekle çelişki içeren amblemin değişmesinde yarar vardır. Kişilerin borçlarını düzenli ödeyip
ödemediği, vermiş olduğu sözlerini yerine getirip getirmediği, adli soruşturmalarda
incelenmeli ve dikkate alınmalıdır. En basit olarak vergi ve banka borçlarını
zamanında düzenli olarak ödeyip ödemediği, bankaların kişilere vermiş olduğu
kredibilite notu dikkate alınmalıdır. Mahkemede kişilerin düğme ilikleyip saygılı
davranmasına değil, vatandaşlık görevlerini yerine getirip getirmediği, doğru ve
dürüst insan olup olmadığına bakılmalıdır. Bankalar kredi verirken bile kişileri soruşturuyor,
kişilerin kredi notuna bakarak karar veriyorlar. Borçlarını zamanında ödüyor mu,
verdiği sözleri tutuyor mu diye araştırıyorlar. Sabıka kaydı gibi, krebilite
sorgulamasının yapılmasında büyük bir yarar vardır. Adalette de böyle yada buna
benze bir uygulamanın yapılmasıyla, verilen kararlarda hata payının enaza
indireceğine inanmaktayım. Evliliklerdeki azalmanın ve boşanma sırasında
yaşanan şiddet olaylarının azalması için, Evlenirken mal ayrılığı rejimi
otomatik olarak kabul edilmesi gereklidir. Boşanma sırasında ise eşlerin evli
iken edinmiş oldukları mal ve hizmetler dikkate alınmalıdır. Boşanma sırasında ise
hukuk karşısında kadın egemen durumdadır. Anlaşmalı evlilikler dışında neredeyse
boşanmak imkansız gibidir. Kadın istemedikçe erkeğin boşanması son derece
güçtür. Hukuki süreç içinde ağır nafaka şartları ve kadının kalın bir zırhla
korunduğunu gören erkek, “Pabucun pahalı olduğunu görünce” eşiyle anlaşma yada
barışma yoluna gitmek istemekte. Boşanma şartlarının kadının leyhine olması ve
uzun bir süre nafaka alacak olması, kısaca şartların kadından yana olması, erkeği
zor duruma düşürmektedir. Boşanma şartları kendinden yana olan kadın, genellikle
eşinin barışma çağrılarına olumsuz yanıt vermektedir. Kadının, kocasının
barışma çağrısını kabul etmemesi nedeniyle cinnet geçirme olayları maalesef
yaşanmaktadır. Uzun süren boşanma davaları ve boşanmaların gerçekleşmediği
durumlarda ise, eşler hukuk dışı birlikteliklere gitmektedir. Buda aile kavramını
derinden zedelemektedir. Boşanırken kadının erkeğe kök söktürdüğünü gören
erkekler ise, evlenmekten korkar hale gelmişlerdir. Böyle olaylar çevremizde sıklıkla
görülmektedir. İlçelerde, Karakollara hakim ve savcı atansın. Karakollarda mobil
mahkemeler oluşturulsun. İlk mahkeme süratle burada olsun. Şahitler anında, olaylar
sıcağı sıcağına dinlensin. En doğru ifadeler, sıcağı sıcağına verilen
ifadelerdir. Şahitlerin, mahkemelerde zahmet çekmesinin önlenmesi ve birincil ilk
davaların burada görülmesi, delillerin toplanması ve şahitlerin olaylardan hemen
sonra gecikmeden, yerel karakolda ifade vererek zaman kaybına neden olmadan, doğrudan şahitlik yapması
sağlanmalı. Sonuç olarak, yargıda çözülmesi gereken çook
sorun vardır. Yapacak çook şey vardır. Yapacak çook ödev vardır. “Geciken adalet,
adalet değildir.” İlkesinden hareketle yargıda köklü reformlar acilen
yapılmalıdır. Yargılama süresinin 1 Gün bile
kısalması çok önemlidir. Bu arada yargıda çalışanların çalışma
şartları ve özlük hakları daha da iyileştirilerek adli tatilin kalkmasıyla
yılların vermiş olduğu alışkanlıkla ilgili duyulabilecek hoşnutsuzluklar
giderilerek motivasyon sağlanmalıdır. Bu yazımı, adalette yaşadığım ve yaşanmakta olan aksaklıklara ithaf
ediyorum.
SEVGİLERİMLE. Hasan Yaşar Özfidan. LL.M. Uluslararası Hukukçu - Ekonomist. Araştırmacı Yazar.
Ödül Alan Çalışmalarımı Topladıgım Site: www.ekonomikcozum.com Köşe Yazılarım: www.haberx.com Bilgi: Yazım. Notere tasdik ettirilerek kayıt altına alınmıştır.
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||